09 Aralık 2012

KAHRETSİN, YİNE KUYRUK VAR !..

Başlangıçtan beri, insanoğlunun evrensel sorunlarından birisi Zaman kavramını bilimsel, felsefik veya sanatsal tanımlama çabasıdır. Ama kavram üzerinde hala pek fikir birliğine varılamadı. 

İnsanoğlu, başlangıçta doğadan yola çıktı ve orada sorularına çeşitli karşılıklar buldu. Fakat bu karşılıklar evrensel cevaplar değildi. Mesela, mevsimlere baktı ve orada dört mevsimi buldu. Ama yerkürenin her yanı dört mevsim değildi. Bir Eskimo’yu düşünelim. O ne yapabilirdi? 

Eski Yunan’ın bilim ve sanat alanında attığı adımlar bir anlamda gerçek ile yanılsamanın ayrılmasıdır. Onların üzerinde en çok kafa yordukları üç kavram uzay, zaman ve ışıktı. Yunanlılar bu temel üzerinde bilim ve sanata üç bilimsel ve sanatsal boyut kattılar. Soyutlama, ölçme ve süreklilik... Yunanlılar, kozmik zamanı da çizgisel akışa indirdiler. Aristo zamanı dün, bugün ve yarın diye soyutlayarak çizgisel ve sürekli olanın ilk büyük adımı attı. Fakat Hristiyanlık, eski Yunan’ın kavramlara aldırdığı yolun üstünü örttü. Diğerleri gibi Zaman da çarpıtıldı ve tekrar kozmik söyleme indirgendi. Zaman belli zaman bölümlerine ayrıldı. Geçmiş zaman din merkezliydi ve ancak yaratımdan öncesine ve beş bin yıl aşağılara kadar inebiliyordu. Yarın ise yargı gününde bitecekti. 

Ortaçağ’ın bilim ve sanat alanlarının öncüleri eski Yunan’ın doğrularını yeniden keşfedip, onlara yeni adımlar attırdılar. Giotto’nun resimde bulduğu “merkezdeki bakış açısı” aslında çok sonra Galile’nin bulacağı güneş sisteminden başka bir şey değildi. Yeniçağ’da Newton, Leibniz, , Minkovski vb. bilimciler insanları önemli adımlar attılar ama Zaman’ı yine de Uzay kavramına bağlı olarak düşündüler. Dolayısıyla onlar da “periyodiklik” ve”tersinirlik” (ileri-geri yönde akış) gibi bakış açılarına ve geçmiş, şimdiki an ve gelecek zamana saplanıp kaldılar. Günlük yaşam bunlarla yetinse bile bilim yetinemezdi. Bilim, mikrofizikteki kuantum taneciklerinin enerji-üretme ilişkisi üzerinden, Zaman kavramını her geçen gün yeniden tanımlıyor. 

Zaman kavramı, kapitalizmin ve mekanik bilimlerin gelişmesiyle astrofizik elementlere ayrıldı. Zaman, 18.yüzyılda, Greenwich Zamanı olarak, saat, dakika, saniye ve saliselere bölündü. Böyle yapılmak zorundaydı çünkü fabrikaların çalışma zamanı işaretlenmeliydi. Biz bugün, günlük hayatımızda hala kapitalizmin bize dayattığı ekonomi politik zamanı kullanıyoruz. 

Güncel olarak kullandığımız takvim hakkında da oldukça kaba bilgimiz var. Mesela hala M.Ö. 45 yılında, Julius Cezar’ın düzenlettiği takvimi kullanıyoruz. O zaman, bir yıl 365 gün ve artı çeyrek gün olarak saptanmış. Bu yüzden her dört yılda bir Şubat’a bir gün ekliyor ve bir “artıkyıl” yaşıyoruz. Ama şu çeyrek gün aslında 6 saat değil, 5 saat 48 dakika ve 45.96768... saniye... Yani arada yaklaşık 11 dakikalık fark var. Durum yüzyıllarca böyle idare edilmiş. Ama 11 dakikalık birikmeler zamanla öylesine birikmiş ki 1582’ de takvim 4 Ekim’den 15 Ekim’e alınmış! Bu kayma sürüyor! (Takvimler bu kadar kaymışsa, astrolojinin tanımladığı ve şu hiç inanmadığım burç karakterleri de kaymıştır herhalde!...) 

Zaman kavramının araştırması günlük bir gazetenin sayfalarını aşıyor. O yüzden zamanın günlük kullanımına gelmek istiyorum. Biz Ortadoğulular, günlük yaşam içinde Zaman’ı da Batılılar’dan farklı kullanıyoruz. Çünkü, onlar zamanı çizgisel (monolitik), biz Ortadoğulular ise hala eşzamanlı (senkronik) kullanıyoruz. Fakat bu kullanım, kapitalizmin kurumlaşmaları geliştikçe her geçen gün çizgiselleşiyor. Yani, tıpkı mekan kullanımı gibi bu konuda da kafamız biraz karışık. 

Örneğin, başında birkaç müşterinin olduğu mahalle manavımızı bir düşünelim. Adam bir yandan bizim meyvelerimizi tartarken bir yandan da bir başkasına laf yetiştirir. Veya arada, önceki müşterinin parasını alıp üstünü verir. Biz Ortadoğulular, bir gişeye hemen üşüşüyoruz. Hala sıraya girmiş insanları görünce, “Kahretsin, yine kuyruk var!...” diyoruz. Bu uygar(!) olmadığımızdan değil zamanı senkronik kullandığımız için böyle. Edward T. Hall buna “zamanı bir yabancı dil gibi kullanmak” diyor. Hala senkronik kullanıma eğilimliyiz ama “şimdi kuyruğa girmek gerekiyor” diye, istemeyerek çizgiselliğe geçiyoruz.! Bizim yaşadığımız bu karmaşayı bir Batılı asla yaşamıyor. Her şeyi sıraya sokan kapitalizm bizi hala eğitemedi...! Cep telefonunu neden çok sevip bu kadar hayatımıza soktuk? Çünkü, o da “aynı anda var olma toplumu”na denk düşüyor! Manav müşterilerine hizmet ederken artık uzaktaki yakın çevresiyle birlikte de olabiliyor! Yeryüzünün her yerinde olduğu gibi, yaşadığımız coğrafyada da geçmiş Zaman’ın epistemolojik algıları hala yaşıyor ve anlamlılar…

Hüseyin Kuzu

NOT: Bu yazı, yazarı ve ilk alındığı yayın yeri belirtilerek, başlığı değiştirilmeden, dileyen herkes tarafından bütün olarak izinsiz yayınlanabilir veya bir kısmı alıntılanabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder