“ERTUĞRUL FIRKATEYNİ
FACİASI”
Yapılan film hakkında yazanların pişmanlığını okuyunca, meraklıları
okumak isteyebilir, sinema eleştirmeleri kullanabilir, diye düşünerek, yıllar
önce aynı konu için yaptığım bir ön çalışmayı buraya koymak aklıma geldi. Bu uzun
metin dramatik bir öyküleme değil, öykülemeyi yazmadan önce birçok kaynaktan kendime
hazırladığım ve Ertuğrul’un yaptığı yolculuğun “tarihi arkaplanı”dır. Metinden bazı paragrafları ve cümleleri
çıkardım. İsimlerin çoğu gerçektir ama akışı bozmamak için bazı kurgusal yan karakterleri
de çıkarmadım. H.K.
…………..
Ertuğrul Fırkateyni’nin kaderi, 1889 yılının Şubat
ayının ortalarında Osmanlı Sadrazamı Kıbrıslı
Kâmil Paşa’nın, Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa’ya geniş yetkiler
veren bir tezkere yazmasıyla çizilmeye başlar. Tezkerede, Uzakdoğu’da yıldızı
iyice parlayan Japonya’ya yapılacak bir iade-i ziyaret ve Japon imparatoruna
gönderilecek nişan ve hediyeler ile aynı zamanda bahriye öğrenciler için bir
eğitim ve araştırma gemisi ve personelinin seçimi için bir uzmanlar heyetinin
kurulması istenir. Geminin kimsenin pek dillendirmediği bir görevi de İngilizlerin Müslüman
halklar arasında yaymaya çalıştığı, halifeliğin Araplara devredilmesi
propagandasına karşı Osmanlı’nın bayrağını uzak denizlerde dalgalandırmak
olacaktır. Hüsnü
Paşa’nın bir heyet toplamak yerine Ertuğrul Fırkateyni’ni kendisi seçer. Sadaret’e de geminin bir ay gibi kısa süre içinde sefere hazır olacağını
bildirir. Fakat Ertuğrul’un seçimi ve sürenin kısalığı beraberinde çeşitli soruları
beraberinde getirir.
O günlerde Kasımpaşa’daki Bahriye Nazırlığı’na yakın sahildeki derme çatma
kahvelere, özellikle Tokatlının Kahvesi’ne doluşan eski denizciler hararetli
tartışmalara başlarlar. Tartışmalar her
geçen gün kuşkuların da artmasına neden olur.
Herkesin kafasını kurcalayan soru, Osmanlı donanmasında daha yeni ve
zırhlı gemiler dururken neden bu zorlu yolculuğa Ertuğrul gibi ahşap ve köhne
bir geminin seçilmesidir. Çünkü Ertuğrul 25 yıllık ahşap bir
gemidir. Yıllar önce İngiltere’de kısmen modernize edilmiş olsa da 11 yıldır
Haliç’te bir dubaya bağlı yatmaktadır!
Tüm karinası midye ve yosun tutmuş, mahzenlerinde fareler cirit atmaktadır! Gerçi Ertuğrul geçen yıl onarım
ve havuz görmüş, özellikle ahşap kısımları yenilenmiştir ama makine ve
kazanlarının altına hiç dokunulmamıştır.
Ertuğrul’un
bu haliyle okyanusun dev dalgalarıyla boğuşması mümkün değildir. Eleştirilerini daha ileri götürenler, gemi
sağlam da olsa, artık donanmada onu Uzakdoğu’ya götürecek bilgi ve beceriye
sahip denizcilerin kalmadığını dahi söylemektedir.
O yıllarda herkes, donanmayı kısmen modernize eden Sultan Abdülaziz’in
1876 yılında donanma ve diğer ordu komutanlarının kararıyla, hem de donanma
gemilerinin saraya çevirdiği toplarının gölgesinde tahttan indirildiğini ve
yerine II.Abdülhamid’in geçirildiğini biliyordu. Aslında birçok alanda reform yapan bir
padişah olan II. Abdülhamid ise, Osmanlı-Rus savaşında bozguna uğrayan
donanmayı yenilemek yerine, kalan 70 gemiyi Haliç’e kapatmayı tercih etmişti.
Padişahın bu kararında, devletin bu maliyetin altından kalkamayacağı kararı
olduğu gibi, Abdülaziz’in başına gelenin kendi başına gelebileceği korkusu da
vardı. II. Abdülhamid’in bu yüzden Dolmabahçe Sarayı’nı terk edip Yıldız
Sarayı’na taşındığı da bu dedikodular arasındadır. Devletin maliyesinin kötü
olduğunu bilenler, görevin Ertuğrul’a verilmesinin asıl nedeninin, geminin
yelken donanımlı olduğu ve kömür masrafının daha az olacağını söylemektedir. Donanması
Haliç’te yatan Osmanlı’nın o yıllarda 7 bin kadar denizci subayı ve eratı
bulunuyordu. Maaşlar da düzenli
ödenemiyordu. Bahriye Nazırı Hüsnü Paşa
bu sorunu gemileri hurdaya çıkararak ve herkese maaş tutarı kadar bir senet
vererek çözmüştü. Senetlerini alanlar hemen gidip senetlerini Galata’da hurda
işi yapan bankerlere bozduruyorlardı.
Tartışmalar sonunda çıkan dedikodular ve Saray’a yapılan jurnaller yüzünden Sadaret ve Bahriye
Nazırlığı arasında karşılıklı yazışmalar başlar. Sadaret, bu arada Bahriye Nazırlığı’na bir yazı yazarak,
Japon İmparatoru’na götürülecek nişan ve hediyeler için “dil, usul ve adap
bilen” bir komutanının “Ertuğrul”a atanmasını ister.
O yıllarda Osmanlı ve Japonya’nın yakınlaşması uluslararası dengeler için
de önemlidir. Haber kısa sürede Avrupa’da da duyulur. O günlerde
"Times" gazetesinde Osmanlı’nın Japonya’ya bir savaş gemisi
göndereceği haberi çıkar.
Hüsnü Paşa, Saray’ın isteği üzerine gemi
komutanlarının seçimine çok önem verir.
Ertuğrul’un komutanı olarak önce Sinop Baskını’nda şehit düşen babasının
çok sevdiği ve yardımcılığı yaptığı Bozcaadalı Osman Paşa’nın torunu, kendi
damadı ve padişah yaveri Albay Osman Bey’in ağabeyi Albay Mehmet Reşit Bey’i
düşünür. Bu haberi duyan Osman Bey ağabeyini tebrik eder. Fakat Ertuğrul ile
bir Uzakdoğu seferine çıkmayı çılgınlık olduğunu düşünen Mehmet Reşit Bey
tereddüt içindedir ve görevi nasıl reddedeceğini düşünmektedir.
Mehmet Reşit Bey görevden affını isteyince, Hüsnü Paşa bu kez onun kardeşi ve kendi damadı Albay Osman Bey’i, “Maiyeti Seniyye Yaverliği”
uhdesinde kalmak üzere
gemiye komutan olarak atar. Albay Osman Bey ağabeyinden küçük olsa da ondan daha üst rütbeli ve başarılı bir subaydır.
Bu atama Hüsnü Paşa’yı iki açıdan rahatlatır. Herkesin bildiği birinci neden, cümle aleme,
“Bu gemi çok sağlamdır ve dünyanın her
yerine gider. Bundan hiç kuşkum olmadığı için damadımı bile gönderiyorum…”
mealinde sözler edebilmesi, çok az kişinin bildiği ikinci neden ise kendi
kızıdır. Hüsnü Paşa, Sultan Abdülhamid’in isim babası olarak “Hamide” adını
verdiği kızını tamamen Batı kültürü ile ve çok şımarık büyütmüştür. Hamide 13
yaşında Tophane Müşiri Zeki Paşa ile evlenmiş ve ondan iki de çocuğu olmuştur.
Fakat bundan dört yıl önce bir Cuma selamlığında yakışıklı deniz subayı olan
Osman Bey’i görmüş, onu çok beğenmiş ve babasını araya sokarak Zeki Paşa’dan
ayrılıp Osman Bey ile evlenmiştir. Fakat
Osman Bey biraz zoraki evlendiği Hamide’nin sonradan görme ve lüks düşkünlüğü
yüzünden hep mutsuz olmuştur. Hüsnü Paşa da durumun farkındadır. Üstelik Hamide son günlerde babasına sürekli,
“Uzaklaştır şu adamı başımdan!” deyip
durmakta, damadını seven Hüsnü Paşa ise durumu damadına nasıl anlatacağını
bilememektedir. Ama damadının bir müddet için İstanbul’dan uzaklaşmasının hem
kendisine hem de Hamide’ye iyi geleceğini söylemesi üzerine rahatlar. Gitme fikrini
benimsemiş Osman Bey durumu ağabeyine de anlatır.
Ön görüşme için Hüsnü Paşa’yı görmeye giden Osman Bey, ondan 11 maddelik bir
talimatname (bütçe, güzergah ve ziyaret prosedürü ve program) alır. Japonya’da imparatorunun
gemiyi ziyaret etme ihtimali de düşünülerek, geminin iyice temizlenmesine dekore
edilmesine karar verilir. Hüsnü Paşa
bütün hazırlıkların ve seferin kaydı için Osman Bey’e ilk önce bir fotoğrafçıyı
işe başlatmayı önerir. Çünkü
Sultan
Abdülhamid fotoğrafçılığı çok işlevli bulmakta, görevlendirdiği saray
fotoğrafçılarına ülkenin her yerini çektirmekte, diğer ülkelerde çekilmiş
fotoğrafları da aldırıp arşiv yaptırmaktadır. Bu önem talimatnamenin 7. Maddesinde;
“…Fırkateynde fotoğraf makinesi ile
gerekli tab alet ve malzemesi bulundurulacak ve uğranılacak limanların
resimleri çekilecektir. Karada, bölgenin incelenmesinden sonra resimler
çekilecek veya o bölgenin daha evvel çekilmiş resimleri satın alınacaktır.”
diye açıkça belirtilmişti.
Osman Bey fotoğrafçı olarak hemen tanıdığı ressam/
fotoğrafçı Mülazım Haydar Efendi’yi çağırıp görevi ona teklif eder. Aile fotoğraflarını çektiği için ordunun üst
kademe komutanları da Haydar Efendi’yi tanımaktadır. Maceralı da olsa bu görev
Haydar Efendi ve yardımcısı er Hayri için bulunmaz bir fırsattır. Osman Bey onun hemen gidip Süleyman Nutki
Bey’i görmesini ister. Haydar Efendi gidip bürosunda Süleyman Nutki’yi
görür. Nutki her limanda çektiği
fotoğraflardan birkaç tane kendisine göndermesini ister.
O haftalarda Süleyman Nutki Bey de donanma için güncel
haberler veren 15 günlük bir mecmua (Ceride-i Bahriyye) ile ve denizcilik
konusunda çağdaş gelişmeleri içerecek aylık bir dergi (Mecmua-ı Fünun-ı Bahriyye ) diye iki dergi çıkarmayı düşünmektedir. (Osman
Bey ve Süleyman Nutki daha önce Osmaniye Fırkateyni’nde topçu yüzbaşısı ve
seyir subayı olarak birlikte çalışmışlardır) Nutki bu fikrini önce Osman Bey’e
açmış, ikisi birlikte giderek Hüsnü Paşa’yı ikna etmiş, fakat Genel Kurmay
yayınların bir fen komisyonu tarafından yönetilmesi ve denetlenmesini
istemiştir. Süleyman Nutki komisyona 1. Aza olarak, Vakit Gazetesi Başyazarı
Hamit Vehbi Efendi de yayın yönetmeni olarak atanmıştır. Süleyman Nutki
dergilerin ilk sayılarını hazırlarken,
Osman Bey’den de “ağır toplar” üstüne bir makale
yazmasını rica eder. Bu arada Süleyman Nutki Beyin
bir yabancı kılavuz alınması tavsiyesi de pek kabul görmez.
Geminin personel atamalarının
yanı sıra yolculukta gerekli alt yapı ve ikmal için de çalışmalar yapılmaktadır.
Uğranılacak limanlarda personelin dost ve düşmana karşı mümkün olduğu kadar
gösterişsiz giyinmesi istenir. Herkes için ikişer takım fes ve kışlık takım,
dörder takım yazlık elbise ve üçer çift ayakkabı verilmesine karar verilir. Açılacak
bir ihale ile giysilerin daha ucuza mal edilmesi düşünülür. Personel böylece
tahsisattan artan para ile yolculuk için çeşitli hediyelikler alabilecektir. Çamaşırcılar
ve fes kalıpçısına da gemide uygun oda hazırlanmaya başlanır. Yazın, uzun yolculukta etlerin bozulmadan
saklanması mümkün değildir, bu yüzden geminin
uygun bir bölümüne beş-on sığır ve koyun alabilecek bir ağıl yapımına başlanır.
Yolculukta hayvanların bakımı ve kesimi
için Kasımpaşa Kasaphanesi Amiresi’nden bir kasap da personele dahil edilir. Keza
geminin ekmek ve peksimet sorunu da fırının genişletilmesiyle çözülecektir.
Yolculuk için yapılan
hazırlıkların en önemlisi teknik eksiklerin giderilmesidir. Ertuğrul seyir
komutanlarının elindeki haritalar ancak Osmanlı donanmasının tarih boyunca Hint
Denizi’nde gidebildiği yere kadar uzanmaktadır. Oysa bu kez Ertuğrul sınırların
çok dışına çıkacaktır. Bunun için Avrupa ülkelerinden haritalar, kılavuz
kitapları, hassas aletler ve ölçüm cetvelleri satın alınır.
Hummalı hazırlıklar biterken Sadrazam Kamil Paşa da Hüsnü Paşa’ya
gönderdiği bir tezkere ile padişahtan iradenin çıktığına, bir aksilik çıkmazsa Ramazan Bayramı'nın son günü (4
Haziran 1889) hareket edilmesini, hareket gününe kadar gemideki her tür eksiğin
tamamlanıp kontrol edilmesini ister.
Ve
bir akşamüstü gemi teftişe hazır hale gelir. Bir gün Hüsnü Paşa, iki yaveri ve Donanma Dairesi
Başkanı Habib Bey ile birlikte, bir heyet olarak ve özel kayığı ile gemiyi
teftişe gelir. Gemi tertemiz olmuş, subay salonu yeşil, komutan salonu kırmızı
atlas kumaşlarla kaplanmış, pencerelere ipek perdeler ve duvarlara da deniz
birliklerinden toplanmış kıymetli tablolar (Bunlardan
birisi Mülazım Hüsnü Efendinin yaptığı, fırtınaya tutulmuş “Hüdavendigar”ın
resmidir) asılmıştır. Hüsnü
Paşa, Ertuğrul'u pek mükemmel bulur ve Osman Paşa’yı tebrik eder.
Hüsnü Paşa gemide yediği öğle
yemeğinden sonra üst güvertede toplanan subaylar ve personelin teftişine geçer.
Fakat toplananlar gerekli sayıdan çok fazladır. Çünkü köhne de olsa Ertuğrul Fırkateyni ile Japonya
seferine çıkmak herkes için hem terfi almak, hem de maddi anlamda bir umuttur. Aylardır
gemiye uğramayanlar, günlerdir adeta sabah namazından itibaren gemiye demir atmıştır.
Ertuğrul'un 25 yıllık emektarı Sağ Kolağası Ömer Efendi Kaptan bu yüzden
hayretler içindedir. Oysa birkaç gün öncesine kadar geminin güvertesini
temizleyecek beş-on askeri bile zor bulmuştur.
Şüphesiz bunların çoğu hurdaya çıkan gemilerin personeli, Saray’dan torpilli
bazı subaylar veya bazı açıkgözlerdir. Hüsnü
Paşa da bunu bildiği için, kimseyi üzmeden herkesi kaydettirip, görünüşü iyi
olmayanları ve yaşlıları fark ettirmeden işaretleyerek ayıklar.
Osman Paşa yolculuk sırasında
kendine yardımcı olacak liyakatli subayları listesini Hüsnü Paşa’ya verir.
Neden onları istediğini de tek tek anlatır. Verilen isimler arasında; gemi
süvarisi olarak Binbaşı Ali Bey Efendi Kaptan, süvari muavini olarak Binbaşı
Cemil Bey Efendi Kaptan ve seyir subayı olarak da Deniz Harp Okulu seyir
öğretmeni Sol Kolağası Tahsin Efendi Kaptan vardır. Fakat bu subayların
rütbelerinin yükseltilmesi gerekmektedir. Osman Paşa, mürettebat listesinde olmayan ama geziye çıkmak
isteyen, dertlerini paylaşabildiği tek yakın arkadaşı Kolağası Eczacı (Tabip)
Yusuf Bey Gabay (Yasef Jak)’ın tayinini de gemiye çıkarttırır. Onların yakın
arkadaş olduğunu bilen Hüsnü Paşa, Yasef’in gemideki varlığının damadına iyi
geleceğini bildiği için bu teklifi memnuniyetle onaylar. Diğer
personelin seçimi de yapılır ve kadronun 200 kişi arttırılmasına karar verilir.
Osman Bey’in seçtiği subaylar kısa sürede rütbeleri yükseltilerek
onaylanır. Fakat aileleri ve yakın çevreleri bu subayları yolculuğa çıkmaktan
caydırmaya çalışmaktadır. Eşi o günlerde
doğum yapmış gemi Süvarisi Ali Bey bunlardan biridir. Mürettebatın seçimi
bitmiş olsa da Kasımpaşa kahvelerinde dedikodular sürerken Japonya’dan, karşılama yapmak için, nişanın ne zaman gönderileceği sorulur. Birkaç gün sonra da yola çıkış için Padişah iradesi çıkar.
Haydar Efendi, geçen günlerde, Ertuğrul’un kadrosuna seçilen çoğu
subaylar gibi Osman Paşa tarafından da konağa çağrılır ve onun aile
fotoğraflarını da çeker. O günlerde subayların hepsi sakal bırakmaktadır. Çünkü
Bahriye Nazırlığı bu çoğu genç subayların gezi boyunca daha gösterişli
gözükmeleri için onlardan sakal bırakmalarını istemiştir.
Osman Bey, Mayıs ayının ilk
günlerinden birinde yolculuk için hazırlanmış Ertuğrul’un yelken ve makinelerinin
denenmesine karar verir. O gün Haliç’te hafif bir rüzgar esmektedir. Geminin çürümüş
cıvadra direğine bağlı üçgen şeklindeki üç küçük yelken aynı anda açılınca,
gönder büyük bir çatırtıyla kırılır. Mürettebat yaşanan panikten sonra
yelkenler süratle toplamaya çalışırken geminin kıç tarafındaki kazanlar da büyük
bir gümbürtü ile patlar. Etrafa sıcak su
ve ateş savrulur. Ertuğrul’a sağlam raporu vermiş kurulun üyesi ve geminin
çarkçıbaşısı İngiliz Harty Bey sıcak su ile kötü bir şekilde haşlanır. Harty
Bey, rapora kerhen olumlu imza vermiş olsa da haklı çıkmıştır. Canı yanan Harty
Bey bir yandan haşlanan yerlerine makine yağı sürerken, bir yandan da kırık
Türkçesi ile geminin mutlaka esaslı bir şekilde tamir edilmesi gerektiğini,
yoksa bu gemiyle denize çıkmanın intihar etmek olduğunu bir kez daha bağıra
bağıra söyler.
Hüsnü Paşa özel kayığı ile derhal
Ertuğrul'a gelir. Durumu yeniden inceler. Kazanların tamiri ve gönderinin
değiştirilmesi talimatını verir. Görüş
ve önerilerini dinlemek için de Albay Harty Bey'i huzuruna çağırıp dinler.
Fakat Harty Bey’in dediklerini yapmak için altı ay gereklidir. Saray’a Ertuğrul’un pek yakında seyre
çıkabileceğini bildirmiş Hüsnü Paşa onu sorunu büyütmekle suçlar. Samimî
başlayan konuşma tartışmaya dönüşür. Harty
Bey görevinden alınıp "İdare-i Mahsusa"nın vapurlarından birisine
verilir ve yerine de Albay İbrahim Bey Başçarkçı olarak atanır. Fakat Harty Bey
de geçen günlerde boş durmaz ve özel bir rapor yazarak durumu Saray ve Sadaret
çevresine bildirir.
Yeniden başlatılan tamirat
hızla tamamlanırken, Osman Bey gemide yaşanan iki olay için Bahriye Nazırlığı'na
rapor verir. Herkes gelişmeleri ve
söylentileri o günlerde Süleyman Nutki Bey’in çıkarmaya başladığı Ceride’i
Bahriye’den okumaya başlar. Bu
arada Ertuğrul’da görev alamamış subaylar da gemi hakkında dedikodu yapmayı
sürdürmektedir. Ama bu söylentiler
seçilmiş personeli birbirine daha kenetlenmeye başlar.
Harty Bey’in raporu ve çıkan
söylentiler yüzünden Mabeyn Başkatibi Süreyya Paşa, Hüsnü Paşa’ya bir tezkere
daha (22 Mayıs 1899) gönderir. Fakat gururlu bir adam olan Hüsnü Paşa kararını
vermiştir. Ona göre Ertuğrul, her şeye karşın büyük yolculuğa hazırdır.
Tezkerede ileri sürülen bütün iddialara karşı, teknik heyetleri toplayıp
geminin sağlam olduğuna dair yeni bir rapor yazdırıp gönderir ve duyulan
kuşkulara kendince bir nokta koyar.
Sultan Abdülhamid ise son
kararını daha vermemiştir. Sadrazam Kamil Paşa, Hüsnü Paşa’yı çağırır ve
sultanın son kararını bir Cuma selamlığında öğrenebileceklerini söyler.
Ertuğrul’un mürettebatı o gün koşarayak yetişip Cuma selamlığına katılır.
Padişah törende Ertuğrul kıtasına göz ucuyla bir kere bakar ve Ertuğrul'un 14
Temmuz 1889 Pazar günü Japonya'ya hareketine irade buyurur. Dönüş yolunda
herkes sevinçlidir. Bandonun sesi artık
daha kuvvetle çıkmakta, askerler adımları daha sert yere vurmaktadır. Gidiş
için yüzlerindeki endişeli hatlar silinmiş yerlerini kendine güven ve mutluluk
ifadeleri almıştır.
Gemi komutanı Albay Osman Bey
Cumartesi günü saraya giderek Japon imparatoruna sunacağı Nişan ve hediyeleri Saray’dan teslim
alır. Maliye Nezaretince gemi komutanlığına maaş, ta'yinat ve kanal rüsumuna
ait olmak üzere ayrılan
180 kg gelen 25.000 altın lira da muhafızlar eşliğinde gemiye gönderilir. Yolculuk boyunca bu gemideki altın ve
kıymetli her şeyi saray hareminin koruma polisi “Sarıpolis” Osman Bey
koruyacaktır.
Bu arada hazırlanan ağıla kesim için hayvanlar da yüklenir.
Kapalıçarşı’ya ısmarlanan giysiler ve Yasef Efendi’nin ecza sandıkları da son
anda gemiye yetiştirilir ve yüklenir.
Ertuğrul ertesi sabah yola çıkmaya hazırdır… O sabah herkes
yakınlarıyla vedalaşır. Osman Paşa da hamile
eşiyle vedalaşır. Vedalaşmaların içinde
en hüzünlüsü Gemi Süvarisi Ali Bey’in büyük kızı Neyire'yi, kırk günlük
ikizleri Mevhibe ile Rauf'u ve otuzunda lohusa yatağında bıraktığı Ayşe hanımla
olur. İlk dergilerini 26 Haziran’da
yayınlamış Süleyman Nutki de Osman Bey’i uğurlamaya gider. Osman Bey belli
etmese de yolculuk için oldukça huzursuzdur.
Ertuğrul, 14 Temmuz 1889 Pazar günü, 609
mürettebatıyla, İstanbul Dolmabahçe önünden demir alır. Gemi top atışları ve kalabalık bir halk
kitlesi tarafından Ahırkapı fenerini dönünceye kadar uğurlanır. Komutanlar ve
mürettebat alçak sesle konuşarak, az da olsa duydukları endişelerini aklıselime
çevirmeye çalışır; “Sonuçta biz bu
devletin ekmeğini yiyen askeriyiz. Nereye git derse gideriz," derler.
Gemi Yeşilköy açıklarından geçerken, mürettebatın
çalışmayan ve başkasarada toplananların endişeli olduğunu fark eden 2. Süvari
Yarbay Cemil Bey yanlarına gelip onları selamlayarak, “Ağalar, koca Murat Reis’in türküsünü bilir misiniz?” diye sorar.
Cevap alamayınca gür sesiyle aşağıdaki türküyü söylemeye başlar;
Murat Reis’in gemileri seksen
direkli / İçindeki tayfalar aslan yürekli, / Enginden bir kuş geldi,/ Kondu
gemiye, serene,/ Beş Mısır hazinesi vereyim görene, / Murat Reisin gemileri
çamdır dayanmaz / İçindeki tayfalar, ağalar uyur, uyanmaz...
Cemil bey okuduğu kıtadan sonra gür sesi ile mürettebata; Korkmayın aslan evlatlarım korkmayın! Bizim
gemimiz Çam ağacından değildir, has abanoz ağacıdır. Kurtlanmaz, çürümez..
Bizler ise uyumayız ki uyanalım. Allah'ın izni ile sağ salim gidip döneceğiz...
Sakın ola ki endişeniz olmasın evlatlarım.” diye seslenir. Daha sonra da
bir korsan reisinin şu gazelini söyler ;
Atılsın
toplar ve kurşunlar, / Çekilsin oklar bir bir, / Bezensin, kızıl kesilsin düşman
kanıyla derya, / Duralım kahraman gibi düşmana karşı hışmıyla, / Ateş saçan
gemilerimiz tıpkı ejderha. / Tam altmış sene bezm-i vegada olduk amade / Yine
amadeyiz cenge Neriman ile biperva
Baş kasarada çıt yoktur.
Cemil Bey eğilerek mürettebatı selamlar ve; “Allah yolumuzu açık, pruvamızı neta, rüzgarımızı kolayına etsin"
diyerek, kasara merdivenlerinden inerek uzaklaşır.
Gemi Marmara’da yol alırken, Osman
Bey çalışan personel dışında herkesi güverteye toplar. Mürettebatın nasıl
gruplandırdığını ve görevlerini söyler. Bahriye Nazırlığı’nın gönderdiği
talimatnameyi yüksek sesle okutur. Talimatnamede tüm personelin uyacakları
kurallar ve davranışlar açık olarak belirtilmiştir. Gemi mürettebatı bütün
seyir müddetince gemiyi vardiya usulü sevk ve idare edecektir. Bütün personel
dört eşit vardiyaya ayrılmış ve herkesin “role çizelgeleri” nöbet kamaralarına
ve köprü üstüne asılmıştır. Komutan Albay Osman Bey, görevinin özelliği
dolayısıyla nöbetten muaftır ve her an seyre müdahale hakkına sahiptir. Tek
sayılı vardiyalar “sancak vardiya”, çift sayılılara da “iskele vardiya” diye anılacaktır. Sancak
vardiyalarıyla Süvari Yarbay Ali Bey, iskele vardiyalarıyla da Süvari Muavini
Yarbay Cemil Bey nöbet tutacaktır. Her vardiya, nöbeti esnasındaki olaylardan
sorumludur. Fırkateyn bir limana vardığı zaman, vardiyalardan birisi gemide nöbetçi
olarak kalacak, diğeri şehri gezmeye çıkaracaktır. Gemi herhangi bir limanda 24
saatten az kalacak olursa nöbetçi vardiya şehri görmekten mahrum kalacaktır. Geminin selametle seyrinde sorumlu subayı Sol
Kolağası Tahsin Efendi Kaptan bu kuralın dışındadır ve istirahat zamanlarını
kendisi tanzim edecektir. Tahsin Efendi
kendisine yardımcı olarak da beş teğmen seçmiştir. Bunların dördü vardiyalara
taksim olunmuş, biri de kronometre görevlisi olarak ayrılmıştır.
Ertuğrul ertesi gün Gelibolu
önlerine vardığında tüm mürettebat düzenli sıralar halinde güvertede toplanır.
Burada 500 yıllık bir gelenek top atışıyla tekrarlanır ve Rumeli’ye ilk geçen
komutan olan Süleyman Paşa için saygı duruşu yapılır. İmam Ali Efendi bir
Fatiha okur. Ertuğrul, daha sonra Osmanlı egemenliğindeki Ege adaları arasından
geçerek Mısır’daki Port Said’e yönelir.
Ertuğrul artık yoldadır ve
herkes ufka doğru bakmaktadır… Osman Bey “bundan sonrası Allah kerim…” derken,
bundan böyle deniz üstünde kendi yağlarıyla kavrulmaları gerektiğinin
farkındadır.
Mürettebat ve uzman personel
içinde nöbet ve vardiya usulü çalışmaktan muaf başkaları da vardır. Bu yüzden onlara “Has Vardiya” ismi
verilmişti. Bunlar görevlerinin
gerektirdiği zamanlarda çalışacak ve her limanda dışarı çıkabilecektir. Ama onların işleri de diğerlerinden daha az
değildi.
“Has Vardiya”dan sayılan fotoğrafçı
Haydar Efendi ve Hayri’nin görevi güneşin doğuşundan başlayarak, batışına kadar
sürüyordu. Seyir esnasında yapılan meteorolojik ve oşinografik incelemelerin
Bahriye Bakanlığı tarafından yayımlanmasına karar verilmiş olduğundan, Haydar
Efendi her sabah fotoğraf makinesini köprü üstünün münasip bir yerine kurarak
bulutların karakteristik fotoğraflarını alacaktır. Açık denizlerde
rastlanabilecek serap ve yansıma olaylarının, uçan balıklar vs., değişik deniz
canlılarının resimlerini çekmek, limanlara giriş-çıkışları, ziyaret edilen
yerleri, yapılan törenleri ve limanların özellik arz eden yerlerini
görüntülemek de onun görevleri arasındadır.
İmam Hafız Ali Efendi de
vardiya nöbetine tabi değillerdir. İmam Efendi her gün sabah namazından bir
saat önce kalkıp abdest alıyor ve imamet için hazırlıklarını başlıyordu. Ali Efendi önce köprü üstüne çıkarak
seyirdeki geminin “Kıble” yönünü öğreniyor ve hep birlikte namaza
duruluyordu. Namaz vakitleri de değişen
coğrafyaya göre hesaplanıyordu. İmam Hafız Efendi ilerleyen günlerde ayrıca
duaları, muskaları ve nefesi ile ruhsal hastalıklara da deva olmaya
çalışacaktır.
Vardiya nöbeti olmayan gemi
tabibi Albay Hüsnü Bey’in görevi de az değildir. Çünkü bir okul gemisi olan
Ertuğrul, hem buhar makineli hem de yelkenli bir gemidir. Bu yüzden geminin
ilaç ve tıbbi hizmetleri de buna göre düzenlenmiştir. Palangalara ellerini
kaptıranlar, halat düğümlerken avuçlarındaki derileri soyulanlar, gemide görev
için koşuştururken sakatlananlar az değildir.
Hasta ve yaralılar sabah çalan “Tabib Borusu” ile çavuşların nezaretinde
düzenleniyor, hastalar geminin doktoru tarafından bizzat muayene
ediliyordu.
Revire bitişik olan eczanede ise
eczacı Sol Kolağası Yasef Efendi yanık ve sıyrıklar için beyazlı, sarılı
merhemler, diğer hastalara da sinameki, zencefil, tarçın, kakule, penciçini
gibi bitkilerden, baharatlardan ve tozlardan yararlanılarak ilaçlar
yapmaktadır.
Ertuğrul’un seyri, rüzgâr
uygun ise yelkenle, hafif ise hem makine hem de yelkenle, karşı rüzgârlarda ve
durgun havalarda ise makineyle yapılmaktadır. Makineyle seyirler çok az
personel gerektirmesine rağmen, yelkenle seyirler için bir vardiyada 200’e
yakın personel nöbet tutmaktadır. Ertuğrul rüzgarını bulursa yelkenle sekiz
mil, en kötü durumda ise iki buçuk mil sürat yapmaktadır. Makineler ancak
rüzgar tam pruvadan estiğinde çalıştırılmakta, rüzgarın yönü ise hala eski
yöntemlere göre tespit edilmektedir.
İstirahat halinde bulunan
subaylar güverte veya subay salonunda vakit geçirmektedir. Harem kadınlarına
hat ve ebru dersi veren Sarıpolis Osman Bey burada kendine hemen bir hat ve ebru
grubu kurmuştur. Yolculuk dolayısıyla Japonya ve Uzakdoğu konusunda oldukça
zenginleştirilmiş kütüphanede kitap okuyanlar, bir köşede iddialı satranç, dama
ve domino oynayanlar da vardır. Geminin
sakin seyri sırasında komutanlar da satranç oynamaktadır. Ali Ruhi Bey her iki
tarafa da inip çıkmakta şiir okumaktadır. Kâğıt oyunları dinî açıdan, tavla da
gürültülü olduğu için yasaktır. Subay
salonunda, Nutki’nin çıkardığı iki derginin ilk sayılarını okuyan Avrupa görmüş
bazı subaylar da sık sık dünyanın ve imparatorluğun hali üstüne politik
tartışmalar yapmaktadır. Mektep mezunu ve onları çekemeyen alaylı subaylar
arasındaki uçurum sefer boyunca giderek açılmaya başlayacaktır.
Yolculuk boyunca kamaralarına
çekilen subayların en büyük meşguliyeti de sessiz bir yalnızlığa bürünüp
ailelerine mektup yazmaktı. Çoğu okuma yazma bilmeyen erat ise mektup yazdırmak
için okuma yazma bilen erat için adeta kuyruğa giriyordu. Onların mektup yazımı
çok daha eğlenceli oluyordu. Çünkü mektupların büyük kısmı adeta anonim
oluyordu. Mektuplar toplanıp, bir subay tarafından uğranılan limanlardan geriye
gönderiliyordu. Subaylar, erat ve personel Perşembe geceleri de baş mangada toplanıyor,
kemençeyle Karadeniz havaları çalıyor, horon tepiyor, birlikte eğleniyordu.
İstanbul-Port Said arası on
günde kat edilir. Süveyş Kanalı Osmanlı
topraklarının ortasında ama İngilizlerin idaresi altındadır. Gemiden Kanal Şirketi’nin Port Said’deki
merkezine gönderilen bir subayla geçiş bilgisi ve sıra numarası alınır. Kanal
geçişi sırasında kuzeyden inen gemiler kanalda yapılmış ceplerde bekleyerek,
güneyden gelenlere yol vermektedir. Ertuğrul 26 Temmuz'da bir kılavuz alarak 88
millik Süveyş Kanalı'na girer. Fakat ertesi gün Acı Göl’de seyrederken kuma
oturur. Suçlu bulunan kılavuz hapsedilir.
Gemiyi hafifletmek için Port Said'den alınan kömür Kanal İdaresi'nin
dubalarına boşaltılır ve gemi römorkörlerin yardımıyla tekrar yüzdürülür.
Gözaltına alınan kılavuzla yola devam edilir. Ama ertesi gün de bir karşılaşma
sırasında kılavuzun tavsiyesiyle sahile bağlanırken rüzgar ve akıntının
etkisiyle geminin kıçı sahile sürter. Pervane mili kırılır ve kıç bodoslaması
hasar görür. Gemi inşa mühendisi Teğmen Ali Efendi muayene sonucu geminin
havuza alınması gerektiğini rapor eder.
Olay, İstanbul’da duyulur.
Saray, Bakanlık ve Ertuğrul arasındaki yazışma trafiği başlar, kahvelerde söylentiler
yayılır. Osman Bey’e birkaç Subayla Japonya’ya gitmesi ve geminin geri dönmesi
önerilir. Ama onuru kırılan personel yola devam etmek ister.
Gemi havuza ancak 30
Ağustos'ta girer. Geçen günlerde
dalgıçlar pervaneyi denizden zorlukla çıkarırlar. Geminin havuzda kaldığı uzun süre içinde
bütün mürettebat gemi ve kara arasında yaşamaya başlar. Osman Bey, fotoğraf ve
İnşaiye ekibi dışındaki mürettebatın gemiden fazla uzaklaşmasına izin
vermez. Ertuğrul havuzdan ancak 23
Eylül'de çıkar. Pek güvenilmediği tamir yerine vardiya usulü değişen bir
nöbetçi konur ve Cidde'ye doğru yola çıkılır.
Ertuğrul Kızıldeniz’e girince
etrafı köpekbalıklarıyla dolar. Osman Bey personeli toplayıp kimsenin denize
uzanmaması veya düşmemesini tembihler. Özellikle tatlı su tasarrufu için
mürettebatın iskele tavasında aptes alması da yasaklanır. O yıllarda
Kızıldeniz'in doğu sahilleri Osmanlı toprağıdır. Cidde ve Kameron'da birer
askeri liman, Konfide'de bir üs ve Hüdeyde'de bir komodorluk şeklinde organize
olmuş Kızıldeniz Filosu'nun emrinde kaçakçılığı önlemek için sekiz ahşap gambot
ile bir yat vardır. Bundan sonra uğranılacak
limanların çoğu İngiliz ve Fransız sömürgesidir.
Bastıran sıcaklar herkesi
bunaltmaktadır. O günlerde geminin seyir
defterini tutmaya başlayan Ali Ruhi Bey giderek zayıflamaya başlar.
İştahsızdır. Onun kamarasında gizli gizli içki içtiğini bilen geminin doktoru Albay
Hüseyin Hüsnü Bey ona içkiyi yasaklasa da, zaman zaman ateşi yükselen Ali Ruhi
Bey’e tam bir teşhis koyamaz.
Ertuğrul, İngiliz egemenliğindeki
Aden'e gelir ve burada üç gün ikmal yapar. Gemi deposuna aldığı kömür
miktarıyla ancak 900 mil yol almaktadır. Bu yüzden 1400 mil ötedeki Kolombo’ya
varması mümkün değildir. Bu yüzden nüfusun yarısı Müslüman olan Bombay’a
uğramaya karar verilir. Fakat bu İstanbul’a önceden söylenmez.
Ertuğrul
21 Ekim’de Bombay’a varır. İlk gün
askeri törenlere ayrılır. Ertesi gün
Lahor, Delhi, Allahabad, Ahmedabad ve Haydarabad gibi uzak yerlerden gelen
Müslüman halk adeta gemiye hücum eder. Bu ziyaretçi akını herkesin moralini
düzeltir. Gemiyi bir hafta içinde
150.000 civarında ziyaretçi ve 90 kadar mihrace gezer. Müslüman halk gemiye
neredeyse kutsal bir yer diye bakar. Karşılıklı davetler ve ziyaretler yapılır.
Personel, yabancılar ve basından da büyük takdir alır. Sefer için su, yiyecek ve kömür ikmalleri
yapılır ve 27 Ekim’de Kolombo'ya doğru yola çıkılır.
Ertuğrul Bombay'dan hareket
ettikten altı gün sonra akşamüstü baş taraftan su almaya başlar. Baş bodoslamanın tamamen çürümüş, bazı
kaplamaların arası açılmıştır. Mühendis Ali Efendi ve ekibi ziftlenmiş yelken
bezi ve talaş kullanılarak delikleri tıkar. Tamir yeri ve filikaların başına da
silahlı nöbetçiler konur. Fakat bu uygulamalar herkesin moralini bozmuştur.
Alaylı subaylardan bazıları kendi aralarında bu gidişin hiç de hayırlı
olmadığını konuşmaya başlarlar.
10 Kasım Cuma sabahı varılan
Kolombo’da da geminin tamir olanağı yoktur. Tamirat Singapur’a bırakılır. Osman Bey geri çağrılamamak için olumsuz
durumu Bahriye yerine özel bir mektupla kayınpederi Hüsnü Paşa’ya bildirilir.
Gemi personelinin Cuma namazını kılmak için gemiden karaya çıkması, geminin
geleceğini duyup, gemiyi liman girişinde karşılayan halkı iyice
heyecanlandırır. Ancak Bombay'daki tecrübeler ışığında geminin bir kerede
2.000'den fazla ziyaretçi alınmaması düşünülür. Ama halkın ilgisi önlemleri
aşar ve yine büyük bir izdiham yaşanır.
Gazeteler ziyarete başlık atarak duyururlar. Sıcak yüzünden
ziyaretçilere şurup dağıtımı yapılır. Bu gelenek daha sonraki limanlarda da
sürecektir. Genç bir subay şurupçubaşı olarak görevlendirilir. İngiliz
subayları, Ertuğrul'un subayları ile Bombay'daki Osmanlı başkonsolosu Kadri
Bey'e bir yemek verir. İngilizlerin, gemiyi sıcak karşılamasının sebebi, her inançtan halkın üzerinde iyi bir izlenim bırakmak
içindir. Fırkateyn 13 Kasım’da Kolombo’dan ayrılır.
Ertuğrul, Saygon’a vardığında
Çin Filosu da oradadır. Bir hafta ikmal yapıldıktan sonra yeniden yola çıkılır.
Fakat Çin Denizi’nin ortasında barometre birden düşmeye başlar. Buna bir anlam
veremezler. Tecrübeli olan Süvari Ali
Bey harita ve kitaplara bakarak bir tayfunun ortasına düşeceklerini anlar. Tam
ortasına düşmeseler de, saatlerce uğraşarak dalgalı denizde fırtına ile
uğraşırlar. Gemide her şey birbirine girer. Ali Bey kendisi dümene bizzat
geçerek tecrübesiyle gemiyi kurtarır. Fakat gemide büyük hasar vardır. Gemide artan
sızıntılar yolculuk boyunca katranlı bezlerle tıkanmaya çalışılır ve sular
kovalarla boşaltılır.
Ertuğrul kötü hava şartlarına
rağmen toplam bin beş yüz millik seyir yaparak Singapur’a varır. Osman Bey giderek hastalanmış Ali Ruhi Bey’i
bir hastaneye yerleştirir ve komutasındaki subaylarla onu ziyarete gider. Onu bir Fransız doktora emanet ederler ve
dönüşte kendisini alacaklarına söz verirler.
Bu arada Osman Bey iki güzel haber alır. Bir oğlu dünyaya gelmiştir ve Tuğamiralliğe
(mirliva) terfi etmiştir. Bu haber üzerine geminin direğine amirallik sancağı
da çekilir. Osman Bey artık Osman Paşa’dır. Ayrıca Fırkateynin sağ kolağası Ömer Kaptan da binbaşılığa terfi ettirilmiştir.
Bu arada Osman Paşa ile
İstanbul arasında telyazı ile yazışmalar olur. Osman Paşa tahsisatları bittiği
için para ister. Bahriye Nezareti sefer uzadığı için kışı orada geçirmelerini
tavsiye eder. Osman Paşa’nın istediği kadar olmasa bile Bahriye Nezareti gemiye
Londra ve Banker Ohannes Aşiyan
Efendi üzerinden ek ödenek gönderir. Osman Paşa çevre Müslüman
halkın şikayetlerini ve beklentilerini İstanbul’a bildirir. Konular Meclis-i Vükela'da görüşülür. Gemi hakkında basında çıkan yazılar tekzip
ettirilir.
Ertuğrul, Hong Kong Limanı’na
ancak 26 Nisan günü akşam saatlerinde, fırtınalı bir havada ve soğuk bir günde
varır. Daha önce rastladıkları Çin Filosuna Amirali, onları top atışlarıyla
karşılar ve Ertuğrul mürettebatını filosunun gemilerini gezmeye davet
eder. İngiliz valisi ve komutanlar da
onları davet edip ağırlarlar.
Ertuğrul Hong Kong’tan
ayrıldıktan sonra Formoza Boğazı’nı geçinceye kadar güzel havalarda seyreder.
Sonra hava yeniden bozar. Kömürleri de
bittiği için Formoza Boğazı’nda günlerce beklerler. Yeniden rastladıkları Çin
Amirali onlara 200 ton kömür bulur ve yola çıkarlar.
Uğranılan limanlarda gemiye davetsiz misafir olarak fareler de
binmiştir. Yasef Efendinin bildiği alçı ve un karıştırma gibi usullerle
onlardan kurtulmak da mümkün değildir. Gemide personel, gemideki 6 bölük
denizcinin yanı sıra onlara da “7. Bölük” ismini takmıştır. Yasef Efendi sonunda Çinlilerden öğrendiği
bir yöntemi uygular. Yakalayıp kafese kapattığı fareleri aç bırakır.
Yamyamlaşan fareler diğerlerine saldırınca gemideki bütün fareler gemiyi terk
eder.
Nagasaki'ye doğru yola çıkmış Ertuğrul kötü hava koşulları yüzünden
Foçu'da bekler ve ancak 22 Mayıs'ta Nagasaki'ye, 26 Mayıs’ta da Kobe'ye varır. Osman
Paşa orada İstanbul’a prens ile gelen İmparatorluk Sarayı Teşrifat Müdürü’nden bir
kutlama telyazısı alır. Müdür, Yokohama’ya ne zaman varacaklarını sormaktadır.
Ama bu Osman Paşa için cevabı zor bir sorudur.
Fakat uygun bir rüzgarla, 17 Haziran 1890 günü, tam da telyazı ile yazdıkları saatte Yokohama önüne varırlar. Burada bekleyen Japon, İngiliz ve Fransız
donanması gemileri Ertuğrul’u top atışlarıyla karşılar. Gelen
heyetin başkanı, teşrifatçılardan biridir. İlk sözü; “Bir düzenli işleyen posta vapuru da bu kadar dakik olabilirdi.”
olur. İstanbul’dan hareket tarihi 14 Temmuz 1889 günü hareket etmiş ve yolculuk
11 aydan fazla sürmüştür.
Yokohama Limanı’na giren
Ertuğrul, Osmanlı İmparatorluğunun ilk temsilcisi olarak coşkulu bir kalabalık
ve Saray Protokol Müdürü M. Manomiya tarafından karşılanır. Kabul töreninin
protokolü konuşulur.
Saraya gidecek ekip bir gün
önce Tokyo’da gider ve İmparatorun emriyle hazırlanmış özel daireye
yerleşilir. Osman Paşa, Saray’da düzenlemiş törende
İmparator'a Padişah'ın mektubunu, nişanını ve diğer hediyeleri takdim
eder. İmparator Meiji de, o gece verilen
yemekte, Osmanlı nişanını takar ve Osman Paşa'ya "Sulilövan"
nişanının büyük kordonu ve yanındaki subaylara da aynı nişanın üçüncü ve daha
sonraki rütbeleri hediye eder. Türk heyeti ayrıca İmparatoriçeye de değerli bir
gerdanlık sunar.
Ertuğrul
komuta heyeti bazı mürettebat daha sonraki günlerde, Prensler, Dışişleri ve
Bahriye Bakanları, İngiliz ve Fransız Amiralleri tarafından verilen ziyafetlere
katılır ve eğitim ve kürek yarışmalarını izlenir. Basın bu geziye büyük rağbet
göstermektedir. Osmanlı heyeti basından birçok övgüler alır. Osman
Paşa da vaktini iyi değerlendirir ve Tokyo'da yabancı devlet elçileriyle resmi
temaslarda bulunur.
Ertuğrul’un görevi bitmiştir. Osman Paşa kötü hava koşullarına
yakalanmamak için Bahriye Nezareti’ne kışı orada geçirmeyi önerir. Bahriye Nezareti
dedikodu çıkmaması için her limanda bir aydan fazla kalınmaması ve kömür
masrafından kaçınmak için daha çok yelken kullanarak dönülmesini ister.
Fakat dönüş hazırlığı
yapılırken gemide kolera baş gösterir. Nagaura'da Ertuğrul ile birlikte mürettebat
da karantinaya alınır. Ertuğrul, kolera salgınını talihin
büyük yardımı ve önceden alınan tedbirlerle 13 ölü ve 37 hasta gibi oldukça
küçük bir zayiatla atlatır ve yola çıkar. Ertuğrul Yokohama'dan ancak 15 Eylül’de İstanbul'a hareket eder. Burada bir ay
kalınması planlandığı halde üç ay olmuştur.
Artık
Ertuğrul dönüş rotasındadır. İstanbul’dan, aile ocağından, sevdiklerinden,
yakınlarından ayrılalı 15 ay gibi çok uzun bir zaman geçmiştir. Geminin baş
kasarasında yelkenlerin gölgesine oturmuş vardiya personeli sık sık vatan
özlemini dile getiren gemici marşları söylemektedir.
16 Eylül 1890 Salı sabahı
hava gayet güzeldir. Fakat öğleye doğru ters bir rüzgâr esmeye başlar ve gemi
aniden sarsılır. Denizin yüzeyinde küçük
dalgacıklar adeta kaynamaktadır. Akşama
doğru çıkan rüzgar giderek şiddetlenir ve bir fırtına patlar. Fırtınada güverte
tahtaları ayrılmaya başlar ve mizan direği dibe çöker. Kazan dairesi ve kömürlüğü su basar. Canhıraş uğraşan tamirciler iş göremez,
mürettebat suyu boşaltamaz olur. Geminin
Kobe limanına götürülmesi için Oşima fenerinin bulunduğu burnu geçmesi
gerekmektedir. Gecenin ilerleyen saatlerinde fırtına daha da şiddetlenir. Suya
batan makine durmuştur. Gemi ve mürettebatı adeta gücünün son enerjisini
harcamaktadır. Gemi Kaşinozaki feneri hizalarına gelmiştir. Süvari Ali Bey, hiç
olmazsa demirleyerek gemiyi kayaların üzerine gitmekten kurtarmayı düşünür ama
başaramaz. Gemi hızla kayalara çarpar ve dağılır.
Ondan sonra geçen saatler tüm
mürettebat için bir tam bir kabustur. Çoğu dağılmış geminin yüzen parçalarına
tutunsa da karanlık ve dalgalar tarafından gruplar halinde veya tek tek yutulur.
Gemiden çok az kişi parçalara tutunarak sahile çıkabilir. Bir kısmı son
güçlerini kullanarak ve sürünerek yakındaki deniz fenerine ulaşırlar. Şaşırmış
fener bekçileri onların ilk bakımını yapar, karınlarını doyurur.
Kaza yer, ulaşım ve haberleşme
açısından yetersiz bir bölgedir. Ertesi
sabah çevredeki köylüler ve yerel idarecilerin olağanüstü gayretiyle kurtulanlara
ilk yardımlar yapılır. Çevredeki
köylüler canhıraş bir çaba ile yağmur-çamur demeden ve gece gündüz çalışıp denizden
sahile vuran cesetleri toplarlar. Bu çabalar birkaç gün sürer. Kendileri zor
yiyecek bulan köylüler adeta kendileri yemez içmez ve kazazedelerin karınlarını
doyururlar.
Kazadan, gemideki 609 kişilik
mürettebattan 6 subay, 63 erat ve personel olmak üzere toplam 69 kişi
kurtulmuştur. Fenere sığmayan ve çevre sahillerden toplanan kazazedeler bir tapınağa
toplanır.
Yakından geçen bir gemi ile önce
iki subay rapor vermek üzere en yakın kente götürülür. Kazazedeler haberi alıp
gelen bir Alman gemisinin yardımıyla hastaneye nakledilirler. Olayı duymuş Japon imparatoru da özel
bir sağlık heyeti göndermiştir.
Yaralı da olsalar İmam Ali
Efendi ve Hayri ölenler için son görevlerini yapmak üzere adada kalırlar. Toplanmış cesetler toplu bir mezara gömülür. Ali Efendi İslam kurallarına göre, köylüler
de kendi Şinto inançlarına göre ölenler için son görevlerini yaparlar. Haber yavaş yavaş yörede, İstanbul’da ve tüm
dünyada durulmaya başlanır.
Sağ kalanlar içinde ağır
yaralılar olsa da kazazedelerin hepsi kısa sürede iyileşmeye başlar. Geçen
günlerde kazazedeler ve özellikle onlara bakan doktor ve hemşireler arasında
duygusal bağlar kurulur.
Kazazedeler Japon İmparatoru’nun
tahsis ettiği Kongo ve Hiyei isimli Japon kruvazörleri ile İstanbul'a
gönderilir. Gemiler, 2 Ocak 1891 günü Dolmabahçe Sarayı önünde İstanbul
Limanı'na demirler. Padişah komutanları sarayından kabul edip nişanlar verir.
Sağ kurtulanlara da nişanlar verilir.
Subaylar yeni görevlerine gönderilir, erat ise terhis edilir.