TARİHİ FİLM SENARYOSU DEYİNCE... (ŞÖYLE BİR DURACAKSIN !..)
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2006 yılında, “Malazgirt Zaferi
ve Sultan Alparslan” konulu, bir senaryo yarışması düzenlemişti. Başlığı ilk
okuduğumda, yüzümü ekşitip, “Başka türlü de düşünemezlerdi zaten…” demiştim.
Süre kısaydı ama ödülü de büyüktü. Tarih bilgime
güveniyordum. Kendi kendime,
“Şuna katılayım bari” diye düşündüm. Ama aklıma ilk anda bir
şey gelmemişti. Öyle olunca işler zorlaşır. Selçuklu hakkında bir film projesi
taslağım vardı ama o projem bambaşka birşeydi. Yine de yıllardır biriktirdiğim
arşivime ve kütüphaneme bakıp, internette biraz dolandım. “Malazgirt Zaferi ve Sultan Alparslan” için
iyi bir senaryo yazılabilirdi belki ama bu durumda bana daha fazla zaman
gerekiyordu. Katılmamaya karar verdim.
Fakat konu kapanmadı benim için… Çünkü o yıllarda, Senaryo
Yazarları Derneği, Sender’in yönetim kurulunda idim. Yönetim her hafta
periyodik olarak toplanıyordu. Derneğe gelen bir yazıda, Bakanlık bizden jüri
üyesi olarak bir temsilci istiyordu. Yazıyı okuyunca herkes homurdanmış, “Madem bir yarışma düzenlemek istiyorlar.
Bari bize sorsalardı. Belki öyle daha çok katkıda bulunabilirdik… Kabul, konu
yine Selçuklu olsun ama Selçuklu tarihinin acaba neresi film olur diye
konuşabilirdik pekala” mealinde birşeyler konuştuk. Bu olup-bitti, benim gibi herkesi de
yormuştu. Jüri üyesi göndermemek olmazdı
ama kimse de gitmeye hevesli değildi. Vaktimiz
de olduğu için o hafta aramızdan birini jüri üyesi seçmedik. Ertesi hafta bir
işim olduğu için toplantıya katılamadım. Gece gelen telefonda kuruldaki
arkadaşlar bana sürpriz yapıp, beni derneğin juri temsilcisi olarak karar
altına almışlar! Çaresiz juriye gidecektim artık. Jüri zamanın sinema dairesi genel müdürü ve
sinemanın diğer alanlarından temsilcilerden oluşuyordu. Juride senarist olarak
sadece ben vardım.
Haftalar sonra kapı çaldı ve kargo şirketinin kanter içinde
kalmış iki görevlisi, 4. kata çıkardıkları iki büyük TV kutusu içindeki
senaryoları bana teslim ettiler. Onların yardımıyla kutuları koridora
sürükledik. Açtığım ilk kutudan çıkan “Katılanların
Listesi”ni alıp, o kutuyu da diğerinin üstüne koyduk.
Hemen masama geçip katılanların isimlerine baktım. Listede hiç
tanıdık senarist ismi göremeyince derin bir “oh” çektim. Katılmayı düşünen
olmuş olsa bile, onların da benim gibi düşündüklerini varsaydım. Şimdi bu 119
senaryoyu nasıl okuyacaktım? Jüri üyesi
olduğum diğer yarışmalardan da biliyordum ki, bu metinlerin(!) bir kısmı
senaryo değildi.
Bir-iki hafta kutulara elimi süremedim. Kutular koridordan
her geçişimde beni rahatsız ediyordu. Bir yere de sürükleyemiyordum. Bir-iki
hafta daha geçti. Bir akşam saat 18.00’de Bakanlık’tan bir sekreter aradı.
Zamanın Bakanı (Atilla Koç) ertesi gün Ankara’da bizi önce bir toplantıya
sonra da bir yemeğe almak istiyordu. Çok sinirlendim ama bunu sekretere nasıl
anlatabilirdim? Bakan bizi emri altındaki müdürleri sanıyordu herhalde!.. Bu
durumda, hemen masadan kalkıp yola çıkarsam ancak yetişebilirdim. “Ben jüri
üyesiyim. Bana günler önce haber haber vermeniz gerekiyordu” dedim ve
toplantıya gitmedim.
Ertesi akşam bir jüri üyesinden telefon aldım. Anlaşılan o
ki, diğer jüri üyeleri de metinleri daha pek okumamış ama gönderilenlerin bir
kısmının pek senaryoya benzemediğini farketmişler. O yüzden benden bir ön eleme yapmamı rica
ediyorlardı. Bu durumda mesaim biraz da zorlaşmıştı. İki hafta kadar izin
istedim.
Her gün 8-10 metni masama koyup okumaya başladım. Düşündüğüm
şey başıma gelmişti. O yüzden programımı değiştirdim. Önce hepsini dikkatle tarayacak,
senaryo olmayanları ayıklayıp, kalanları okumaya karar verdim. Öyle de yaptım. Bana
göre, yarışmaya gelenlerin yarısından çoğu senaryo değildi!
İki hafta sonra, iki liste yaptım. Kendi adıma, 65 kadar
metni hiç okumayacaktım. Fakat diğer jüri üyeleri için vasat olanları dahi
listede bırakıp 45 kadar metni eledim.
Ne olmuştu ve ben niye böyle yapmıştım? Bu kadar zor bir
konuda(!) bu kadar çok katılım olması şüphesiz biraz da ödülün büyüklüğüyle
ilgiliydi. Fakat asıl vahim şey, gönderilen metinlerdeki iki net eğilimdi?
Birinci eğilim, tarihi bilenler (veya bildiğini sananların),
yahu bu senaryo denen meret nasıl yazılır diye bir-iki senaryo kitabı veya
internet derlemesi okuyup bu işe soyunmalarıydı. Sayfa düzenlerinden belliydi hiç senaryo yazmadıkları.
Güya sahne ayrımları vardı ama yoktu. Diyaloglar vardı ama çoğu nutuktu…
Karakterler klişe ötesi robortlardı adeta…
İkinci eğilim ise, şu bizim okullarda okuduğumuz Selçuklular
ve Alparslan değil mi, diye tarihi hafifseyen eğilimdi. Bunu bilmeyecek ne var, diyenler (daha önce
karıştırdığım için bildiğim) internetin ilk akla gelen sayfalarından tarih
bilgisini tazeleyip ve gerçek tarihi kişileri alabildiğine çarpıtıp, bazı melodramlar
yazmışlardı.
Değerlendirme toplantısında herkesin morali bozuktu. Genel Müdür
topu ilk önce bana atınca, kendi adıma, ilk üç dereceye girecek hiç adayın
olmadığını söyledim. Aslında herkes benimle aynı fikirde idi. Fakat belki de
ilk kez bir yarışmadan böyle sonuç çıkacaktı. Biraz ehvenişer davranıp, bir
üçüncü seçtik…
Toplantıdan sonra gittiğimiz yemekte genel müdürün içi müsterihti.
Bize dönüp, “Valla sayemizde devlet de ödül paralarını tasarruf etmiş oldu”
dedi.
Hüseyin Kuzu
NOT: Bu yazı, yazarı ve alındığı yayın yeri
belirtilerek, başlığı değiştirilmeden, dileyen herkes tarafından, izinsiz olarak yayınlanabilir veya bir kısmı
alıntılanabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder